Günün yorgunluğu omuzlarıma ağır gelmeye başlamış evime doğru yol alıyordum her zamanki gibi yavaş ve sessiz. Akşam karanlığı çökmek üzere iken sokak ortasında misket oynayan çocuklara gitti gözüm. Pencere bağıran annelerini gördüm bir anda. İşte o anda kendi mazimde kayboldum.
Tam 30 yıl geriye gittim zaman tünelimde. Mahallede iki tane renkli misket için kavga ettiğim komşunun çocuğu Sabri gelmişti aklıma. Annemin 'hadi artık eşek sıpası eve gel'diye bağırdığı ses geldi kulağıma. Bir an boğazım düğümlenir gibi gözlerim dolmuştu.
Annemin ayrılalı 10 yıla yakın olmuştu ki her aklıma geldiğinde nedense hep böyle kötü olurdum. O bile erken terk etmiş, beni bu dünya da yapayalnız bırakmıştı. Babamı ise evdeki resimlerinden tanıyordum. Şerefli bir askermiş. Son çıktığı operasyonda şehit düşmüş. Annem babamda ki bütün özelliklerin bende olduğunu söyler dururdu.
Askeri okula başladığımda ne kadar da sevinmişti. Birden okulumda silah tuttuğum ilk gün gelmişti gözlerimin önüne. Komutanımdan işittiğim ilk azar. Okulun ilk günü tanıştığım ve bir türlü unutamadığım sevdam. Yıllar ne çabukta geçiyordu. Hayatta isteyip de elde edemediğim tek şey sevdamdı. Kayıt günü nizamiye çavuşunun odasında gördüğüm sevdam.
Adını çekinerek sorduğum ve karşılığında titrek bir ses tonuyla 'Şeyda' diye cevap aldığım kız. Hayat bu ya feleğin küçük bir oyununa gelmiş kaybetmiştim sevdamı. O bir doğu iline atanmış, evlenmiş ben ise unutamamış ve hiç evlenmemiştim. Her gece hayali misafir olurdu odama. Konuşur, konuşur uykuya dalardım.
Acaba şimdi ne yapıyordu? Hayatından memnun muydu? Girdiğim o son operasyon perde olmuştu birden. Hemen karşımda beyaz perde de film gibiydi. Vurulup da yıkıldığım o düşüşü tekrar, tekrar görüyorum. Ameliyathane tepemde yanan ışıklar. En kötüsü de parçalanan kolumdan ayrıldığım günün acısı.
Sonra da askeriye den ayrılıp başka bir dünya ya tayinim. Yeni işim yeni hayatım ve dağıtmak üzere matbaadan aldığım küçük reklam broşürleri.
Artık köşe başında reklam broşürü dağıtan başka birisi olmuştum.
Birden o cam kırılması sesiyle çıktım 30 yıl önceki zaman tünelimden. Bütün bunları düşünürken epeyce bir yol almışım. Hemen sağımda hıçkırıklar içinde içtiği boş şişeleri kıran bir adam görüverdim. Ağaç altına oturmuş şişeleri karşı parkın duvarına atarak parçalayan bir adam. Her gün neler görmüyordum ki bunun gibi. Ama bu bir başkaydı sanki. Yorgun bir şekilde yaklaşmaya çalışıyordum. Yaklaştıkça uzamış sakalları eski püskü elbiseleri dikkatimi çekti. Ben onu görüyordum oysa o beni fark bile etmemişti. Bu oturuş şeklini sanki bir yerden tanıyacak gibiydim. Bir ayağını içe doğru kırmış diğer ayağını uzatmış bu oturuş şeklini bir yerden mutlaka biliyordum. Ama nerden?
Yaklaştıkça yüzünü daha net görmüş ve ansızın bir damla yaş dökülmüştü gözlerimin pınarından. Sınıf arkadaşım Kemal' di bu. Silah atmayı beraber öğrendiğim ilk savunma planımı beraber çizdiğimiz Kemal. Sinirlendiği zaman karşısında dağ bile olsa onu yerden yere vurmayı başaran Kemal. Kaşlarını çattığı zaman karşısındakine korku veren can dostum Kemal. Omuz omuza girdiğimiz o son operasyondan sonra onu hiç görmemiştim. Psikolojik sebeblerden onu da emekli etmişlerdi askeriyeden. Bildiğim sadece buydu.
Hemen oturduğu yerden kaldırmaya çalıştım ve evime götürmeyi başardım. Önce güzelce karnını doyurmuştum can dostumun. O beni değil hatırlamak tanımıyordu bile. Zaten Kemal artık kimseyi tanımıyordu. Sessiz sakin birisi idi. O kadar anlatmama rağmen ağzından bir tek kelime alamadım bütün gece. Kendi yatağımda uyuttum rahat etsin diye.
Sabah erkenden kalktım ve pencereden can dostumu bahçeden hızla çıkarken gördüm. Hemen arkasından koştum ama nafile. Sadece sesini duyuyordum uzaktan. O gür sesiyle bağırıyordu uzaklaşırken…
- Etraflarını kuşatın. Ateş…